2 Şubat 2023 Perşembe

İslam üzerine bir sorgulama

1500 yıl önceki toplumsal şartlara göre islamı anlamak gerekir diyorsunuz. Ne demek oluyor bu? Siz Kuranı Muhammet ve arap kelamı değil, allah kelamı görüyorsunuzsa, allah bir çağa ve kumlu çölde yaşayan ilkel toplumun toplumsal gereksinimlerine göre konuşmaz, konuşamaz, konuşması allahın adalet ilkesine aykırı olur. O zaman Kuran allah kelamı değildir söylemelisiniz. Kendinizi uyutuyor, kendinizi aldatıyorsunuz. Henuz bela ve bedbahtlık belki kapınızı çalmamıştır da ona göre. Türkiyede ve diğer ülkelerde küçük yaşta kızları_ islam yasalarına göre tecavüze uğrayanlar şu an acı içinde. Kızlar dehumanize edilmekte, şahsiyetsizleştirilmekteler. Tüm islam nefesiyle zehirlenmiş ülkelerde durum böyle. Allah mutlak adalet ölçüsüne göre bilgi sunar. Modern hukuk gibi. Niye modern hukukun hak anlayışı tümüyle Kuranla çelişir ve Kurandan daha üstün? Siz, Kuranda insanlığı, kadını aşağılayıp yerin dibine sokmayan bir tanecik bilgi örneği verebilir misiniz? Ne zaman dek islam yasaları içinde kızların hayatı kavrulup yakılacaktır? Hala "gerçek islam bu değildir" diye ne zamanadek kendinize teskinlik vereceksiniz? Kuran kendisi tümüyle Arap kültür ilkelliğinin biriktiği kitap değil mi? Şöyle der müslümanlar. Derler ki, iki tür islam var: 1- İmza-i islam. Yani Muhammetten önce Arap kültür ilkelliği içinde var olmuş gelenekler bütünü. Allahın yönlendirmesiyle Muhammet bu gelenkeleri kutsayarak allahın geleneği olarak nitelemiştir!!! İlginç değil mi? Muhammet bu gelenklerin altına imza atarak kabul etmiş, islamın töreleri, törenleri ve ilkeleri biçiminde formulize etmiştir!!! Oruç, kurban, hac, .... gibi. İlginç değil mi? Allah arap kültür ve geleneğini nasıl kutsar? 2- Tesis-i islam ki, bunu Muhammet kendisi tesis etmiştir. Amma Muhammetin tesis ettiği hiçbir şey yok. Hepsi Tevratta anlatılanın tahrif olarak anlatışıdır. Toplumsal gerçeği ilgilendirip etkileyecek hiçbir insanca yasa tesis edilmemiştir. Muhammetin tesis ettiği sanılan tesis-i islam türüne ilişkin hiçbir olumlu örnek verilmez, yoktur. Evrensel geçerliliği olan ve Arap yarımadası dışında da kabul görebilecek etsik, hukuksal örnek var mı? Çünkü gerçekte, hepsi ahlak ve erdem karşıtlığı. Nerede o tesisi islam? Gerçekte ise islam peygamberi şunu tesis etmiştir: Arap kültür ilkelliğinde bile, çocuğa tecavüz ayıp sayılmıştır. Bu tecavüzü 9 yaşında kız çocukla sözde evlenerek meşrulaştırmamıştır mı acaba? 9 Yaşta kızla evlenilir mi? 9 yaşta kız çocuğun cinsel organları bile olgunlaşmamıştır. 9 yaşta kız çocuğu seksin ne olduğunu bilmez ki. Seksin ve sevişmenin ne olduğunu bilmeyen bir çocukla nasıl seks yaparak haz yaşayabilir erdemli bir erkek? Bir erkeğin erdemi sevişme zamanı kadına da haz duygusu yaşatmak olmalı. Bunun için kadın olgun yaşta olmalı değil mi? Sizin bildiğiniz başka tesis-i islam var mı?

25 Kasım 2022 Cuma

kader

Güzel konuşmuşsunuz ortadan sonadek. Etkileyici. Ses titreşimleriniz de anlatmadıklarınızı anlatıyor. "Özel hayatımı anlatma seviyesine inmeyeyim" gibi laf ettiniz. Ancak anlatma tarzınız anlattı. En iyi anlatış tarzı da bu. Tabii anlayanlara. Bunları tragediya yapıtı olarak da yazabilirsiniz. Tutarlı ve etkili olur ve kalıcı. Sadık Hidayet´in "Kör baykuş" romanını anımsadım. Tutku neler yaptırmıyor ki insana! Sevdiğin kişiyi, sevdiği kadını öldürte de biliyor tutku. Europides´in Medeya´sı gibi. Tutkularımızı düşüncelerimizin gücüyle yenemiyoruz. Düşüncelerimiz içimizden, tutukuların gücü doğadan, sonsuz uzaydan gelir. Kimileri, ya da inananlar "Tanrıdan gelir" diyebilir. Tanrısal tuzak. دامش ندیدم نا گهان در وی گرفتار آمدم» «چندین هزاران سال شد تا من به گفتار آمدم der Mevlana Yani "tuzağını göremedim ve giriftar oldum, yakalandım ve bin yıllar sürdü konuşmaya başlamam". Kendi başına, kendi yalnızlığında konuşma. Tutkuların güç kaynağı doğa sanki. Doğanın gücü, içimizde sıkışık biçimde bulunan, kara delik cazibe kuvveti gibi hiçbir çıkıntıya, çıkışı yol vermeyen ağır kitle. Işık kaçışına bile izin vermeyen içimizdeki mkara delik. Ama kara delikler galaksilerin de oluşumunda etkili. Kimi kez içini fışkırtılarla dışarı boşaltarak aşırı sıcaklıkta toz bulutları oluşturur ve sonra bin yıllar içinde bu toz bulutları sıkışarak yıldızlara, galaksilere dönüşürler. Işık saçarlar. Kara delik kendisi yok olduğunda yerinde bu yıldızlar, bu güneşler kalır. Doğanın gücü usun gücünden daha kuvvetli, korkunç yıldırımlarıya usun kuvvetini yenebiliyor doğadan kaynaklanan tutkularımızın gücü. En doğrusu uzak durmak, terk etmek ve tutkuların ağrı ve acılarıyla baş başa kalmaktır. Tutkularımızın, aşırı sevgilerimizin gücünü usun gücüyle yenemeyiz. Tehlikelidir. Yalnızlığın, muhteşem yalnızlığın direniş olanaklarıyla yenemezsek de denetleyebiliriz. Tutkularımızın deprem uçukları altında kalmış usumuzu belki kısmen kurtarabiliriz. Yalnız böylesine bizi yönlendiren, usumuzu susturan tutkularımızın zarar verme kuvvetini nötreleştire, hunsa edebiliriz diye düşünüyorum. Çünkü yalnızlığın gücü tutkuların saldırılarıyla diyaloğa girebilir. Yalnızlığın içinde, derinliğinde, derin kuyusunda içimize tepilen, tepinen tutkularımızın gücünü yaratıcı enerjiye dönüştürebiliriz. Çünkü yalnızlıkta tutkuların doğal gücünü ussal güce dönüştürmek mümkün olabilir. Hiçbir zaman iyileşmeyecek olan iç yaralarla bir yerde ussallığı deneme edimselliği. Belki yalnızca bu yolla tutkularımızın gücü olumlu ve yaratıcı enerjiye dönüştürülebilir. Peki ya rüyalar? Rüyalardan çıkmayınca? İşte bundan sonra son nefesimize denli kavrulup savrularak süren bir yaşantı. Saygılar değerli insan! Farsçanız ne ölçüdedir bilemiyorum. Ama bu anlattıklarınızdan etkilenerek büyük Hafız Şirazi´nin bir gazelinden başlangıç beytini yazmak isterim. İki mısraya sıkışmış bir alem mana. Neler dileriz, nelerle karşılaşırız tutkularımız, sevgimiz yüzünden. Aşk sözcüğünü fazla sevmiyorum. Onun yerine sevgi kullanılmalı Türkçemizde bence. Sizin için uygunsa aşk olarak okuyabilirsiniz. Evet sevgi! Bir iç yakılıştır. Yakınında olduğunda terk eder, uzaklaştıkça yaklaşıp yakar. Fuzuli şöyle der: "Gül temennasında derler bülbülün kavgalerin, Çünkü gülü gördükte dinmez, bilmezem kavga nedir?" Bülbül gülden uzak olduğunda can yakıcı konuşmalarına başlar, gülün yanında olduğunda değil- der. Uzaklık tutkularımızı söndürmez, alevlendirir, ama zararsızlaştırır. İç yakılışla devam eder. Hafız Şirazi anlatışına geçmeden Fuzuli anlatışını anlatmak isterim: Aşk ile riyaa değil muvafık, Rüsvaay gerek hemişe aşık. Gam merhalesinde kalmışım fert, Ne yaar, ne hemnişin, ne hemdert. Her kimdeki vardır istitaat, Derd-u gam-u mihnet-u kanaat. Oldur bu misafirette yaarım, Zevk ehline yoktur itibaarım. Husrev değilim ki, bana dilber, Şirin geh ola, gaah, Şekker, Ben yek cehetim tarikatimde, Tağyir işi yok cibilletimde. Bağlaadı iki gözün ki, kurem, Ehvaal-i cihana bişuurem. Halk oldu bu bahr-i HAYRETe garg, Ta halktan ola halıka fark. Şem´in ki, vücudu oldu ateş, Gönlü onun ateş iledir heş (hoş). (Evet, Şem´in ateşlenmesinden sonra yanmasından haz alması doğaldır, yakılarak ışık saçmak. Yakılması devrim, ışık saçması evrim) "Bulmuşum yanmakta bir haal, özge haali neylerim?" .... Evet Hafız Şirazi şöyle der: گفتم که خطا کردی و تدبیر نه این بود گفتا چه توان کرد که تقدیر چنین بو (Goftem ke hata kerdi-o tedbir ne in buud Gofta çe tevan kerd ke tagdiir çenin buud) "Söyledim hata ettin tedbir böyle olmamalıydı, Söyledi ne etmek olur, takdir öyle imiş!" Evet, böyledir işte. İçinde Savalan dağı (Bizim İranın kuzeyinde büyük dağ) büyüklüğünde ağrı ve acı taşımayan kişi olgunlaşamıyor da. Fuzuli şunu böyle anılatır: "Her dert olusa vaar dermanı, velii (fakat), Bidertlerin derdine derman olmaz." Aslında daha fazla yazasım vardır, ama bu kadarıyla yetineyim. Tekrar saygılar!

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Neden müslüman mucizeye iman etmelidir?


Neden müslüman mucizeye iman etmelidir? 

Mucizesiz islam ve hiçbir semavi din olamaz. Olursa da semavi din sayılmaz. Hz. Muhammet zamanında da insanların ayın yarılmasına tanık olmaları doğrudur ve ay yarılmıştır. Arapların ayın yarılmasını gördükleri doğrudur, ama her görülen gerçek değildir. Güneşin yerin çevresinde dolanması gözle görülen gerçekliktir, ancak gerçek bunun tam tersidir. Ayın yarılmamasının, ya da yarılamaz olduğunun önemi yok. Önemli olan şu ki, Muhammet, ya da mucize gösteren peygamberler ayın yarılma, dağdan deve çıkma, Nuh fırtınası, Ad kavmini sert yellerin götürmesi, Lut kavminin helak edilme sanrısını psikolojik bir telkin olarak onlara iman edenlerin zihninde oluşturabilmişler. Herkes hayalle gerçek sınırlarının henuz belirginleşmediği çocukluk vaktinde böyle olaylara tanık olmuş, ya da böyle rüyalar görmüştür. Ay yarıldı derken, çocuklukta, ya da rüyada gördüğümüz ve biliçaltında saklı bulunan anı canlanabiliyor. Şöyle olduğunda denizin de iki parçaya ayrılıp geçit yolu açması da doğruca bir kabus ve sanrısal bir olgudur. Çürütülemez de. Nitekim her bir müslüman sanki kendi gözleriyle görmüşçesine kendi şeyhinin, emir sahiplerinin mucizeler gösterdiğine iman eder. Böyle değildirse, müslüman değildir. Mevlana Celalettin Rumi bile mürşüdü Şems´in mucize gösterdiğini kendi gözleriyle görmüştür. Şimdi Şems´in mucize gösterip göstermemesinin, ya da böyle doğaüstü olanağının olup olmamasının ne önemi var? Önemli olan şu ki, Mevlana denilen Selcuklu sultanlarının yalakası bu mucizeye tanık olmuş ve adını da irfani "şuhut" koymuştur. Hiçbir peygamber "ben mucize gösterdim, ya da allah benim tanıklığımda mucize gösterdi" diye konuşmamıştır. Bir başkası konuşuyor. Konuşan bir ravidir. Yani duyduklarını rivayet eden bir ravi. Örneğin ravinin "deniz yarıldı ve Musa denizden geçti, ..." haberi üzerinde duralım. Bunu anlatan Hz. Musa kendisi değildir. Hz. Musa "deniz yarıldı ve biz denizden geçtik" demiyor. Meçhul bir söyleyicidir buradaki ravi. Dolayısıyla günümüzde de her bir müslüman mucizeye iman etmelidir. Şeyhinin, iman ettiği emir sahibinin mucizesine, ya da rüyada bir şekilde kendi gözleriyle, özellikle de "gönül gözleri"yle mucizeye tanık olmalıdır. Müslüman olmanın ilk koşulu muciziye iman etmek değildir de nedir? Ortada söylenen iman koşulları bunun teorisidir, pratikte kendi gözleriyle mucizeye tanık olmalı. Nitekim her bir müslüman, sanki kendi gözleriyle tanık olmuşçasına tam da ilk müslümanlar gibi "Kuran Hz. Muhammet kelamı değildir, Allah kelamıdır" diye ilk mucizeye iman etmektedir. Mucizeye iman etmeden semavi dinler var olamaz. Mucizeye iman etmek de usun çevresine karanlıktan katı bir duvar örerek beynin işlevselliğini imha etmek değildir de nedir? Böyle bir toplumun aydınlanabilmesine inanmak da bir tür mucizeye iman etmektir. Şunu kendi anımlarımdan ve hayat deneyimlerimden yola çıkarak anlatmak isterim:

İran´da devrim olduğunda 5. sınıfta okuyordum. Köyümüzden şehire bir abimle yenice yerleşmiştik. Anne-babam ve diğer abi ve kardeşlerim köyde kalmışlardı. Ansızın TV-de, radyoda ve sokaklarda gürültülü "İmam Humeyni aya çıkmış, ayda gözüküyor" diye sesler yükselmeye başladı. Ben de abimle aydınlık gecede Humeyni´yi ayda görebilmek için merdivenle evin üstüne tırmandık. Tüm konum-komşu, büyük-küçük, kadın-erkek herkes sokakta ve evlerin üstündeydiler. Herkes parmağıyla Humeyni´nin aydaki harekette olan "görüntüleri!"ni gösteriyordu. Birisi "bak, bak, gülümsemeye başladı" derken, bir başkası "gözlerinden ışık akıyor" diyor ve başkaları da "sakalını okşamaya başladı" diye gördüklerini şaşkınlıkla anlatıyorlardı. Ben ve abim bir türlü Huymeyni´yi ayda göremedik. İmansız olduğumuz yüzünden mi acaba? Komşumuza sürekli "hani nerede?" sorduğumda sonunda adam bağırarak "kör müsün çocuk, herkes görüyor da, yalnız sen mi görmüyorsun, dikkatlice baksana!" dedi kaba sesiyle. Sesinde öfke vardı. Çocuk merakimle "Peki, imam Humeyni oradan nasıl inecek?" diye sorduğumda diğer komuşularımız da berelmiş gözleriyle bize yan bakmaya başladılar. Saldırıya uğrarız diye abim elimden tutarak "inelim, gidelim eve" dedi.

Yıllarca bu konu üzerine düşünüp durdum. Sonunda bunun psikolojik bir hastalık olduğunu anladım. Onlar psikolojik gereksinimlerini gidermek ve imanlarının mükemmelliğini ispatlamak için bu yalana iman etmiş ve Huymeyni´yi önce kendi parçalanmış hasta zamirlerinde aya çıkardıkları için Humeyni ayda gözüküyordu. Yani önce kendi içlerinde Humeyni´yi aya çıkarıp sonrasında sokaklara akın etmiştiler. İçlerindeki mucize telkinini aya yansıtıyorlardı. Bütün şii İran toplumu Humeyni´yi ayda görmüştü! Muhammetin göğe gittiğine iman eden adam Humeyninin aya yükselmesine neden inanmasın? Muhammet ayı da o tarafa geçmiş, halbuki, ay yere daha yakın.

Benimse bu sorum hala yanıtısz: Humeyni aydan yere yeniden nasıl indi?))))